Verdiğim rızkı yerken
İnsanın nefsi, Allahü teâlâya isyan ve can düşmanı olan şeytana da itaat etmek istemektedir. Allahü teâlâya isyan edene fasık, başkalarının isyan etmesine sebep olana da facir denir. Haram işlediği bilinen fasık sevilmez. Bid’ati yayanları ve zalimleri sevmek, günahtır. Hadis-i şerifte; (Fasıkın fıskına mani olmaya kudret varken, kimse mani olmazsa, Allahü teâlâ, bunların hepsine, dünyada ve ahirette azab yapar) buyuruldu.
Adem aleyhisselam, Allahü teâlâya;
-Ya Rabbi! Cehennem ehlinin ameli nedir? diye arz edince Allahü teâlâ;
(Bana şirk koşmak ve gönderdiğim Peygamberlere inanmamak ve ilahi kitaplarımda olan emir ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmektir) buyurmuştur.
Bir gün Peygamber efendimize;
-Ya Resulallah! Geçmiş ümmetlerden bir kısmına zelzele ile azab yapıldı, toprak altında kaldılar. Halbuki bunların arasında salihler de vardı, diye arz edilence, Resulullah efendimiz;
-Evet, salihler de birlikte helak oldular. Çünkü, Allah’a isyan olunurken susmuşlar, onlardan ayrılmamışlardı, buyurmuştur.
Allahü teâlâ, Yuşa aleyhisselama vahyederek;
(Kavminden kırk bin salih kimseye ve altmış bin fasık kimseye azab yapacağım!) buyurur. Yuşa aleyhisselam;
-Ya Rabbi! Fasıklar, azabı hak etmiştir. Salihlere azab yapmanın sebebi nedir? diye arz edince, cenâb-ı Hak;
(Benim gadab ettiklerime, onlar gadab etmedi. Birlikte yediler, içtiler) buyurmuştur.
İbrahim bin Edhem hazretleri, nasihat isteyen kimseye buyurur ki:
“Günah yapacağın zaman, Allahü teâlânın gönderdiği rızkı yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan etmek, doğru olur mu? Ona asi olmak istersen, Onun mülkünden çık! Mülkünde olup da, Ona isyan etmek, layık olur mu? Ona isyan etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma! Görmediği bir yerde yap! Onun mülkünde olup, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah yapmak, uygun değildir.”
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her nimeti gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Hayatımız, aklımız, ilmimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz, söyleyebilmemiz, hep Ondandır. İnsanları güçlüklerden, sıkıntılardan kurtaran, duaları kabul eden, dertleri, belaları gideren hep Odur. Rızıkları yaratan ve ulaştıran yalnız Odur. İhsanı o kadar boldur ki, günah işleyenlerin rızkını kesmiyor. Günahları örtmesi o kadar çoktur ki, emrini dinlemeyen, yasaklarından sakınmayan azgınları, herkese rezil, rüsva etmiyor. Affı ve merhameti o kadar çoktur ki, cezayı ve azabı hak edenlere azab vermekte acele etmiyor. Nimetlerini, ihsanlarını, dostlarına ve düşmanlarına saçıyor. Kimseden bir şey esirgemiyor. Bütün nimetlerinin en üstünü, en kıymetlisi olarak da, doğru yolu, saadet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Yoldan sapmamak ve Cennete girmek için teşvik buyuruyor. Cennetteki sonsuz nimetlere, bitmez, tükenmez zevklere ve kendi rızasına, sevgisine kavuşabilmemiz için, sevgili Peygamberine uymamızı emrediyor. Allahü teâlânın nimetleri güneş gibi meydandadır. Başkalarından gelen iyilikler, yine Ondan gelmektedir. Bunun için, her yerden, herkesten gelen nimetleri gönderen hep Odur. Ondan başkasından iyilik, ihsan beklemek, emanetçiden, emanet olarak bir şey istemeye benzer.
İnsanın, bu nimetleri gönderen Allahü teâlâya, gücü yettiği kadar şükretmesi, insanlık vazifesidir. Aklın emrettiği bir vazife, bir borçtur.”
Netice olarak herkes, kendi kusurlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yaptığı kabahatleri düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine ceza vermekte acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmeli ve isyanı terk etmelidir. Hadis-i kudside buyurulduğu gibi:
(Ey insanoğlu, sanki ebedi kalacakmış gibi dünyalık yığmaya çalışıyorsun. Her gün ömrün eksiliyor, farkında değilsin. Aza kanaat edip hamd etmiyorsun. Çok istiyorsun, ne kadar çok versem yine doymuyorsun. Benden sana her gün yeni rızıklar gelirken, senden bana çirkin ameller geliyor. Ne tuhaftır ki, verdiğim rızkı yerken bana isyan ediyorsun.)