Din için dünyalık vermelidir
Dini kurtarmak için, dünyayı vermek lazımdır. Zira dünya malını kalbinden atan, Allah’ın sevgili kulu olur. İyi sebebe yapışan iyi netice alır.
Para, dünyada iş görmek için yaratılmıştır, sevmek ve biriktirmek için değil. Zira paranın sevgisi yılan sevgisi gibidir. Mal kazanmakla, şeref kazanılmaz. İzzet ve şeref, Allahü teâlâya kul olmakta, ilimde, edepte, ihlas ile amel etmektedir. İlim rütbesi, rütbelerin en üstünüdür. İnsanın şerefi de ilmi ve edebi ile belli olur. Allahü teâlâ kime izzet vermişse, onu kimse zelil edemez. Kime zillet vermişse, onu da, kimse aziz edemez. Peygamber efendimiz; (Şan, şeref ve üstünlük, mal ile değil, ilim ve irfan ile ölçülür) buyurmuştur.
Din Büyükleri; “Şerefül-insan bil-iman vel-marife la bil-mal vel-menzile” buyurmuşlardır. Yani insanın izzeti, iman ve marifet iledir. Mal ve makam ile değildir. Abdülhalık Goncdüvani hazretleri, oğluna hitaben; “Ey oğul, her halinde ilim, edeb ve takva üzere ol! İslam alimlerinin kitablarını oku! Fıkıh ve hadis öğren! Cahil tarikatcılardan sakın! Şöhret yapma! Şöhrette afet vardır. Aslandan kaçar gibi, cahillerden kaç! Bid’at sahibi, sapıklar ile ve dünyaya düşkün olanlar ile arkadaşlık etme! Helaldan ye! Çok gülme! Herkese, şefkat ve merhamet et! Kimseyi hakir görme! Kimse ile münakaşa, mücadele etme! Kimseden bir şey isteme! Mayan fıkıh ve evin mescid olsun!” buyurmuştur.
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya, ihlas ile itaat ve ibadet etmektedir. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan gelir. Rahat ve huzur da, itaat yolundan gelmektedir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Ebu Ali Rodbari hazretleri; “Dünyayı kazanmakta nefsler için zillet, ahireti kazanmakta ise nefsler için izzet vardır. Acaba niçin insanlar, baki olan ahireti istemekteki izzetin yerine, fani olan dünyayı isteyerek zilleti seçerler” buyurmaktadır.
Yahya bin Muaz-ı Razi hazretleri de; “İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyleri aramakta, kişiler için zillet, ahireti aramakta ise izzet vardır. Yok olacak şeylerin peşlerinde koşarak zillete düşmek, ebedi olanı terk edip, kendisini izzete ulaştıracak şeyleri terk edene ne kadar çok şaşılır” buyurmaktadır.
Kulun elbette istekleri olacaktır. Fakat istenecek kapıyı ve istenecek şeyi iyi bilmeli ve ona göre istemelidir. Allahü teâlânın nimetleri, ihsanları Güneşten daha açık ve Aydan daha aşikârdır. Başkalarının ihsan etmesi, bir emanetçinin, birisine emanet vermesi gibidir. Allahü teâlâdan istemeyip, başkasından yani Onun yarattıklarından bir şey istemek, fakirden bir şey beklemek gibidir.
Cenâb-ı Hakdan, rızasını, muhabbetini taleb etmelidir. Din Büyükleri, Allahü teâlâ için; “Vermek istemeseydi, istek vermezdi” buyurmuşlardır. Çünkü, istemek, kavuşmanın müjdecisidir. Yanıp yakılmak da, kavuşmanın başlangıcı demektir. İstek nimetinin kıymetini bilip, bunun elden kaçmasına sebeb olacak şeylerden sakınmalıdır. Bu nimetin elden çıkmamasına en çok yarayan şey, buna şükretmektir. Çünkü, sure-i İbrahimin 7. âyetinde mealen; (Nimetlerime şükrederseniz, elbette arttırırım) buyuruldu.
Netice olarak, dinimizde vermek, kıymetlidir. Fedakârlık etmek, vermek demektir. Haklı olduğu halde, sen haklısın demek, vermektir. İnsanlara güler yüzle muamele etmek, vermektir. Yük çekmek, vermek demektir. Bunun için veren aziz olur. Alan ise, zelil olur. Yükünü çektiren, sıkıntı veren, fedakârlıktan sakınan, haklı olmadığı halde haklıyım diyen neticede zelil olur. Fedakârlıkta bulunan yani vermesini bilen, sevilir, sayılır, hürmet görür. Hep almaya çalışan ise, sevimsiz olur, horlanır, itibarsız olur. İnsan, kendini, almaya değil vermeye alıştırmalıdır. Çünkü bir gün en çok sevdiğimiz şeyi yani canımızı vereceğiz. Bunun için vermeye alışan, kolay can verir denmiştir.