Merhamet eden merhamet bulur
Bir kalbde merhametin bulunabilmesi için, o kalbde imanın bulunması şarttır. Kalbinde imanı olmayan kimsenin, merhametli olması beklenemez. Bunun için, öncelikle doğru bir imana sahip olmamız gerekir. Sonra, hareketlerimizi, davranışlarımızı, sözlerimizi, Allahü teâlânın kitabına uydurmak zorundayız. Bunun için de, her şeyden evvel, ruhumuzu beslemeliyiz. Ruhun gıdası imandır, dindir.
Ruhunu beslemeyen, kalbinde imanı olmayan bir kimsenin, hayvandan da aşağı olacağı, Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Böyle bir insanda, sevgi, acıma, şefkat, anlayış ve merhamet kalmaz. Bu tip insanları, en kötü maksatlar için kullanmak, çok kolaydır. Çünkü, bunları kötü işlerden koruyacak inandıkları, itaat ettikleri, teslim oldukları, yüksek bir varlık kalmamış, inançları kaybolmuştur. Bu gibi insanlar, korkunç bir canavar gibidirler, nerede, kimlere, ne şekilde kötülük yapacakları belli olmaz. İnsanlık alemini mahveden en fena işler, böyle kimselerden zuhur eder.
Ebüssüud el-Bazini hazretleri, güzel ahlakın ve kötü huyların kaynağını şöyle anlatmaktadır:
“Bütün güzel huylar kalbden, kötü huyların tamamı ise nefsten doğar. İyi huylu olmak istediğini söyleyen bir kimse, hemen nefsini tezkiye edip, dinin emir ve yasaklarına itaat eder bir hale getirmeli, kalbini de tasfiye ile, Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisini ondan çıkarmalı, bütün günahlar ve kötü düşüncelerden temizlemelidir. Kötü huylar gidip, yerini iyi huylar alınca, kalbden şüphe kalkıp, yerini tasdik alır. Dilde ve kalbdeki çekişme duygusu yok olup, Hakka teslimiyet meydana gelir. Başa gelene ve emredilene kızıp itiraz etmek şöyle dursun, tam teslimiyet hali hasıl olup, cenâb-ı Hakkın takdir ettiği her şeye razı olunur. Gaflet sona erer. Tabiatındaki sertlikler, kabalıklar, kırıcı ve incitici davranışlar yok olup, onların yerini yumuşaklık, güzellikler ve tatlılıklar alır.
Kalb temizlenip, nefs doğru yola girince, insanın her hali değişir. Artık kimsenin ayıpları görülmez olur. Gözler, insanların hep iyi hallerini görür. Onlara karşı kalbde bulunan katılık, acıma duygusu, şefkat ve merhamete dönüşür. İnsanlar arasında düşmanlıklar tamamen ortadan kalkar.
Kendisinde iyi hallerin meydana çıktığı kimse, kusurunu bildiği ve aczini anladığı için korkar ve kusurlarının hesaba sığmayacak kadar çok olduğunu bilir. Allahü teâlânın kendi üzerindeki hakkını, hiçbir zaman ödeyemeyeceğini, kendisine nasip edilen sayısız nimetlerin, hayırlı işlerin şükrünü yapmaktan aciz olduğunu anlar. İşte bu anlayışa erişen kimse, Allahü teâlâya hakkı ile kulluk etmeye başlar. Gönlündeki mabudlar teker teker yıkılıp gider. Halleri ve yaşayışı güzelleşir. Cennettekilerin yaşayışı gibi, hep Allahü teâlâ ile beraber olarak yaşar. Daha dünyada iken, Cennet hayatı yaşamaya başlar.”
Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, bir gün eline bir ekmek alıp bir viraneye gider ve o ekmeği yeni yavrulamış bir köpeğe kendi elleriyle yedirir. Bu hali gören bir talebesine hitaben; “Bu hayvan yedi gündür açtır ve yavrularına şefkatle bakmış ve hiç yanlarından ayrılmamıştır. Resulullah efendimiz; (Allahü teâlâ, kullarından merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve Eshabım! Siz de Onun yarattıklarına merhamet ediniz ki, size de gök ehli merhamet etsin) buyurdu” der.
Cafer bin Ebi Talib hazretleri, Habeş hükümdarı Necaşiye hitaben; “Ey hükümdar! Biz cahiliye devrinde putlara tapardık, ölmüş hayvan leşi yer, her türlü kötülüğü işlerdik. Kuvvetlilerimiz zayıflara zulmeder ve merhamet nedir bilmezdik. Allahü teâlâ bize, kendimizden doğru, emin, iffet sahibi, soyu temiz bir peygamber gönderinceye kadar bu vaziyette kaldık” buyurmuştur.
Netice olarak Lokman Hakim hazretlerinin, oğluna hitaben buyurduğu gibi:
“Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükut eden selamete erer. Hayır söyleyen kâr eder, kazanır. Kötü konuşan, günahkâr olur. Diline hakim olmayan pişman olur.”