Bir işin delisi olmadıkça
Bir şeye gönül veren, onu kendine dert edinenler hep başarılı olmuşlardır. “Maksat sahibi olan, deli gibidir” sözü meşhurdur. Bunun için; “Bir işin delisi olmadıkça, o işin velisi olunmaz” denmiştir.
Başarmak, başarılı olmak güzeldir. Gül de güzeldir ama dikenleri var. Dikenine katlanmayan güle kavuşamaz. Çalışmak, çile çekmek, sıkıntılara, eziyetlere katlanmak da, başarı yolunun dikenleridir. Başarmak, muvaffak olmak isteyen, bu dikenlere katlanmak mecburiyetindedir.
İyi, güzel, salih bir Müslüman olmak, hepimizin arzusudur. Bunun da, çilesi, sıkıntıları var. Bunlara katlanan, neticeye kavuşur. Bu konuda İslam âlimlerinin büyüklerinden olan Muhammed Ma’sum-i Fâruki hazretleri, Mektubat kitabının birinci cilt, yirmi kinci mektubunda buyuruyor ki:
“Resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetlerinin nurları ile ışıklanmadıkça doğru yola kavuşulamaz. O yüce Peygamberin izinde bulunmadıkça, felaketlerden kurtulmaya uğraşmak boşunadır. Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymadıkça, Allahü teâlâyı sevmek saadeti ele geçemez. İmran suresinin otuz birinci âyetinde mealen; (Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tâbi olunuz! Bana uyanları Allah sever!) buyuruldu.
Allahü teâlâ, Habibine böyle demesini emir buyurmaktadır. Saadete kavuşmak isteyen kimse, bütün âdetlerini, ibadetlerini ve alış-verişlerini Onun gibi yapmaya çalışmalıdır. Bu dünyada, bir kimsenin sevdiğine benzemeye çalışanlar, bu kimseye sevimli ve güzel görünürler. Bu kimse, onları da çok sever, beğenir. Bunun gibi, sevgiliyi sevenler, her zaman sevilir. Sevgilinin düşmanları, sevenin de düşmanları olur. Bundan dolayı, görünen ve görünmeyen bütün iyilikler, bütün üstünlükler, ancak o yüce Peygamberi sevmekle ele geçebilir. Yükselebilmenin, ilerlemenin ölçüsü, bu sevgidir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberini, insanların en güzeli, en iyisi, en sevimlisi olarak yarattı. Her iyiliği, her güzelliği, her üstünlüğü Onda topladı. Eshab-ı kiramın hepsi, Ona âşık idiler. Hepsinin kalbi, Onun sevgisi ile yanıyordu. Onun ay yüzünü, nur saçan cemâlini görmeleri, lezzetlerin en tatlısı idi. Onun sevgisi uğruna canlarını, mallarını feda ettiler. Onu canlarından, mallarından, kısaca, her sevilenden daha çok sevdiler. Onu aşırı sevdikleri için, Onu sevenleri de sevdiler. Bunun için birbirlerini de çok sevdiler. Onun üstünlüğünü anlayamayıp, Onun güzelliğini göremeyip, Onu sevmek saadetine kavuşamayanlara düşman oldular. Çünkü, taatlerin, iyiliklerin başı, dostları sevmek ve düşmanları sevmemektir. Allah’ı seviyorum diyenlerin, Eshab-ı kiram gibi olmaları lazımdır. Seven bir kimse, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Sevdiğinin düşmanlarına düşman olur. Bu sevmek ve düşmanlık, bu kimsenin elinde değildir. Kendiliğinden hasıl olur. Bu kimse, sevmesinde ve düşmanlığında deli gibidir. Bunun içindir ki Peygamber efendimiz; (Kendisine deli denilmeyen kimsenin imanı tamam olmaz) buyurmuştur.
Kendisinde bu delilik bulunmayanlar, sevmekten mahrumdurlar. Düşmanlık etmeyince, dostluk olmaz! Seviyorum diyebilmek için, sevgilinin düşmanlarına düşman olmak lazımdır.”
Hasan-ı Basri hazretleri, ilim ve faziletlerinden istifade ettiği Eshab-ı kiram ile kendi içinde bulunduğu nesli kıyas ederek; "Siz onları görseydiniz mecnun, deli zannederdiniz. Onlar sizin iyilerinizi görseler; "Bunlar iyilik ve hayırdan nasipsiz kimselerdir", kötülerinizi görseler; "Bunlar da Müslüman mı?" derlerdi" buyurdu.
Hakiki sevgi, iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde de eksilmeyendir.
Şakik-i Belhi hazretleri de, bir gün, kendilerine nasihat kâr etmeyen bir grup insana şöyle buyurur:
“Eğer çocuk iseniz mektebe, deli iseniz tımarhâneye, ölü iseniz kabristana gidin. Ama Müslüman iseniz Müslüman olmanın şartlarını yerine getiriniz!”
Ebu Said-i Harraz hazretleri bir gün sokağa çıktığında bir kalabalığı gördü. İnsanlar bir delinin başında toplanmışlardı. Deli kaçıyor, onlar peşinden koşuyorlardı. Deli onlara doğru dönünce kaçıyorlar. Sonra deli peşlerine düşüyordu. Ebu Said-i Harraz hazretleri;
-Dur ey deli! diye seslendi. Bunu duyan deli dönüp baktı ve;
-Deli kime derler biliyor musun? dedi. Ebu Said-i Harraz hazretleri;
-Hayır bilmiyorum deyince, deli dedi ki:
-Deli ona derler ki, attığı her adımda Allahü teâlâyı anmaz ve gâfil gezer.
Müslüman, akıllı olur. Akıllı kimse, zararını ve kârını bilen kimsedir. Ne aldığına ve bunun karşılığında neyi feda ettiğine dikkat eder. Maksat dünyalık ise, bunun kıymeti, değeri de bu kadar olur. Eğer maksat ahiret ise, o zaman dünyada rahata, ahirette de ebedi saadete kavuşulur.
Dili ve gönlü Cenab-ı Hakkın rızasında olana mübarek olsun. Böyle olabilmek kolay değildir diye, bir şeyin tamamını da terk etmek, uygun değildir. Zira:
“Bir şeyin hepsi ele geçmezse, hepsini de elden kaçırmamalıdır” sözü meşhurdur.