C
Cahiliyye selamı: Umeyr, peygamberimize yaklaştı ve cahiliyyet devrindeki usule göre –Sabahı hayr, sabahın hayırlı olsun dedi. Peygamber efendimiz de: “Ya Umeyr, cenabı Hak senin bu selamından daha güzel bir selam, cennet halkının selamını ihsan buyurmuştur, dedi. (Hayatüs Sahabe-1)
Camide ikinci cemaat oluşturmak: Camide imamla namaz kılındıktan sonra tekrar cemaat halinde ezan ve kamet ile namaz kılınması mekruhtur. Fakat ezan ve kametsiz mihrabın başka bir tarafında mahdut kimselerin tekrar cemaatle namaz kılmaları mekruh değildir. (Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)
Camide konuşmak: Camide yapılan konuşma din ile ilgili ise ibadet olduğundan makbuldür. Fakat dünyevi olup da bir kimsenin gıybet ve dedikodusu yapılmıyorsa mubahtır. (Hindiyyeden) (Fetvalar-Halil Gönenç)
Mescitlerde tartışmak, ses yükseltmek, kayıp ilanı, alışveriş, icare vb akitler mekruhtur. Ancak fıkıh öğrenen kimselerin seslerini yükseltmesi bunun dışındadır. Bunlara göre mübah olmayan sözlerle konuşmak da mekruhtur. Şayet mübah olan sözler ile konuşulursa namaz kılanlarda şaşırmıyor ise mekruh değildir. Hanefilere göre mescitte dilencilik etmek haramdır. Dilenciye mescit içerisinde birşeyler vermek mekruhtur. Fesaddan emin olmak kaydıyla kadınların mescitte namaz kılmasına müsaade edilir. Genç kadının mescide gitmek maksadıyla evinden çıkması mekruhtur. Mescidlerde mübah sözler ve dünyevi ve buna benzer işlere dair mübah şeylerden söz etmek caizdir. İsterse bu tür konuşmalar esnasında gülme husule gelmiş olsun; yeter ki, konuşmalar mübah özelliğini muhafaza etsin. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Camide Kuran okumak: Ebu Said el-Hudri ra rivayet edip demiştir: Rasuli Ekrem sav mescidde itikafta idi. Mescidde Kuranı sesli olarak okuyanları işitti. Hemen Rasulü Ekrem sav, itikafa girdiği yerin perdesini açtı ve dedi: “Kulak veriniz ve dikkat ediniz! Şüphesiz hepiniz Rabbisine niyaz edip yalvarmaktadır. Binaanaleyh bazınız diğer bazınıza eziyet etmesin ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı Kerim okumada sesini yükseltmesin.” (Ebu Davud) İmam Malik Muvatta da: “Rasulullah sav insanların yanına çıktı. Halbuki insanlarda namaz kılıyorlardı ve onların Kuranı Kerimi sesli olarak okuyuşlarına da muttali oldu. Bunun üzerine Rasuli Ekrem dedi ki: “Muhakkak namaz kılan kimse Rabbisine münacaat eder. Binaanaleyh her ferd Rabbisine münacaat edip ibadet yapanın haline baksın ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı sesli olarak okumasın.” (El-İbda) Rasuli Ekrem sav Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! İnsanların namaz kıldığı yerde, Kuranı Kerim okumanı ve dua etmeni sesli olarak yapma! Zira senin Kuranı sesli okuyup duayı sesli yapman, insanların namazını ifsad eder.” (El-İbda, El-Medhal) Bu hadisi şerifler gereğince, Ebu Hanife merhum, namazdan sonra okunan Ayetel Kürsi’yi ve duayı sesli olarak okumayı kerih görmektedir. İşte bu hadisi şerif gibi pek çok hüküm ve beyanlar, camide ve hatta evlerde ibadet ve namazla meşgul olanların yanlarında, sesli olarak Kuranı Kerim okumak, zikri ilahi, tesbih, tehlil ve duaları sesli olarak yapmak haramdır. Dürril Muhtar’da da aynı hüküm mezkurdur. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Camide musafaha yapmak: Namazlardan sonra, namazın bir tetimmesi (tamamlayıcısı) olarak, herkesin herkesle musafaha etmesi bidattır. Musfaha aslında sevgi doğurucu bir sünnet olmakla beraber, namazlardan sonra, namazın bir parçası ve bütünleyicisi gibi icra edilmesi, ibadete bir katma anlamı taşıdığından bidat olmuş olur. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)
Beş vakit namazdan, Cuma namazından ve Bayram namazlarından sonra (cami ve mescitlerin içerisinde) musafaha yapanlar görülüyor. Bu zamanlarda musafaha yapmak bidat ve kerahattır. Müslim şerhinde İmam Nevevi merhum ise şöyle zikrediyor: İkindi ve sabah namazından sonra musafaha yapmak aslı olmayan şeylerdendir. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Camiyi süslemek: Fazla israfa kaçmak, mihrap ve kubbesini akıl ve hayale gelmeyecek nakışlarla nakışlayıp süslemek ve milletten toplanan parayı lüzumsuz yere harcamanın bir manası yoktur. Bu paralara yazık olur. Peygamber sav “camileri çok yükseltmekle emrolunmadım. Siz zaman gelecek yahudi ve hristiyanlar gibi camilerinizi süsleyeceksiniz”(Ebu Davud) “Halkın camileri yükseltip süslemekle böbürlenmeleri kıyamet alametlerindendir.”(Ebu Davud) (Halil Gönenç)
“Herhangi bir ümmet amel yönünden bozulunca mutlaka camileri süslemeye yönelir.” (İbni Mace Mescidler:2)
Ebu Husayn şöyle rivayet eder: “bir ümmetin ameli kötüleştiği vakit mescitlerini süslerler.” (İmam Malik) (Asrı Saadette İslam-1)
Hanefiler, helal olan mal ile mescitlerin süslenmesi caizdir; mihrabı bundan müstesnadır. Onun bu şekilde süslenmesi mekruhtur, çünkü namaz kılanı oyalar, demişlerdir. Ebu Hanife’den bu konuda ruhsat verdiği rivayet edildiği gibi, Ebu Talib el-Mekki’nin de: “Mihrabın süslenmesinde kerahet yoktur” dediği rivayet edilmektedir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Camileri yağlı boya vb şeylerle süslemek mekruhtur. Cami duvarlarına yazı yazmak Hanefilerce doğru değildir. Şafilere göre mekruhtur. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)
Resulullah sav’in mescidi sade olduğu gibi, tâ Selçukluların sonuna kadar tüm islam dünyasındaki mescidler de genellikle sade idiler. “Ben muhteşem mescitler yapmakla emrolunmadım.” (Ebu Davud-Salat) hadisini şerheden Münavi der ki: İbadethaneleri süslemek ehli kitabın işidir. Müslümanların bu konudaki tavrı itidal olmalıdır. Hz. Ömer onca maddi devlet gücüne rağmen mescidi değiştirmemiştir. İslamda ilk mescid süsleyen Velid b. Abdülmelik’tir. Selefimizin çoğu insanlar fitne korkusundan ona bir şey diyememişlerdir. (Münavi-Feyzül Kadir) bu hadisle ilgili olarak Ebu Davud’un nakline göre İbni Abbas: “Ama siz yine de Yahudi ve Hıristiyanlar gibi mescidleri övünme vesilesi yapacaksınız” demiştir. Hatta Ebu Davud’un müteakip hadisi de bunu destekler: “İnsanlar mescidler konusunda birbirleriyle övünmedikçe Kıyamet kopmaz.” (Ebu Davud-Salat) Süslenebilecek kısımların badana ya da altın suyu ile bezenmesi mekruh değilse de bu camiye vakfedilen (cami yapılması için verilen) paralardan yapılamaz. Kişiler bunu ancak kendi hesaplarına yaptırabilirler. (Fetevayi Hindiyye) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)
Caminin üstüne ev vb yapmak: Mescidlerin üstü sonsuza kadar mescid sayılacağı için, artık mescidin üzerine ev yapılamaz. Mescidin üzerinde hela ve cinsellik ihtiyacı gibi ihtiyaçlar giderilemez. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)
Camideki yazılar: Şafii, Hanefi ve Hanbelilere göre mescidlerin duvarlarına, tavanlarına yazı yazmak mekruhtur, diğer taraflarda mekruh değildir. Çünkü yazı, namaz kılanın kalbini meşgul eder; hatta namazını bırakıp yazılanları okumakla dahi uğraşabilir. Nitekim mescidin boyanması ve namaz kılanı namazdan alıkoyup uğraştıracak her bir şey de mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Fethül Kadir’de: “Paraların, mihrapların, duvarların üzerine Kuran ve Allah’ın isimlerini yazmak mekruhtur. (İbni Abidin-1)
Vakıf malı ile nakış caiz değildir, çünkü haramdır. Mütevelli nakış veya kireçle badana yaparsa öder. Ancak zalimlerin tamaından (kınamasından) korkulursa nakışlamakta bir beis yoktur. (Metin kısmından) Mescidin duvarlarına yazı yazmak doğru değildir. (İbni Abidin-2)
Camide yer sahiplenmek: Bir kimsenin cami ve mescitlerde kendisi için özel bir yer tayin ve tahsis ederek namazları daima orada kılması mekruhtur. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)
Camilere ziyaret düzenlemek: Turlar düzenlenerek cami ziyareti için yolculuğa çıkmak kesinlikle caiz değildir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)
Ebu Hureyre anlatıyor: “Tur’i Sinaya gitmiştim.. Oradan ayrıldıktan sonra Basra b. Ebi Basra el-Gıffari’ye rastladım. Bana: -Nereden geliyorsun? Dedi. Ben de: -Tur’dan dedim. Bunu duyunca –Oraya gitmeden önce sana rastlasaydım gitmezdin. Resulullah sav buyurdular ki: “Üç mescitten başka yere (ziyaret maksadıyla) sefer yapılmaz: Mescidi Harama, bu mescidime(Mescidi Nebevi) ve İyliya (Kudüs) mescidine yahut Beyti Makdis’e” (İmam Malik, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai) (Muvatta 1-İmam Malik)
Cariyenin avreti: Cariyenin avreti göbeği ile dizkapağı arasıdır. Bu cumhurun görüşüdür. Bu görüşün peygamberimize dayanan (merfu hadis şeklinde) bir dayanağı yoktur. Hz. Ömer’in kavli ile ihtiyaca dayandırılmıştır. (İbni Hümam-Fethül Kadir) zahirilere göre avret konusunda cariye ile hür kadın arasında bir fark yoktur, cariyenin de el, ayak ve yüzü hariç, tüm bedeni avrettir. Çünkü bu ikisini ayırmak için nakli ve sağlam bir delil gerekir bu ise yoktur. (İbni Hazm-Muhalla) İmam Şafinin bir kavline göre cariyenin –dirseklere kadar- elleri ile başı avret değildir. (Şirazi-Mühezzeb) İmam Malik’ten bir rivayete göre yalnızca saçı avret değildir. (Şevkani- Neyl) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)
Cemaat: El Gayede “Alimlerimizin âmmesi, gerçekten cemaat vaciptir, dediler” denilmiştir. Müfid’de ve onun tesmiyesinde “Cemaat, sünnetle vacip olduğu için sünnettir” denilmiştir. Bedai de “Cemaat, akıllı, ergenlik çağına gelmiş, cemaatle namaz kılmaya zahmetsiz gücü yeten erkekler üzerine vaciptir” denilmiştir. (Fetevayi Hindiyye)
Cemaat taassubu: Ne yazık ki günümüzde müslüman olduğunu söyleyenler de çeşitli guruplara, tarikatlara, partilere, hiziplere bölündüler. Tıpkı tarihte olduğu gibi. Her grup insanları peşinde gittiği şeyhe, lidere, mezhep ve meşrebe çağırmaya, onu ön plana çıkarmaya çalışıyor. Bunun adına da “ilahi kelimetullah için cihad” denmekte. Bu guruplardan biri diğerinin imanını, amelini, samimiyetini kısacası tavırlarını kendi gurubuna göre değerlendirmekte. Halbuki tevhid dini İslamda lider bir kişidir, cemaat bir cemaattir, ilkeler birdir. Her cemaat kendi ağabeyini, liderini veya ileri gelenlerini mutlak lider görmeye başlayınca biri diğerine tabi olmak şöyle dursun, bazen bile bile karşısındakini haksız yere suçlayabilmekte. Halbuki müminler birbirlerini hiç kimsenin malı olmayan ve hiç kimsenin tekelinde olmayan Allah’ın dinine çağırmaları gerekirken birbirlerini bağlı bulundukları mezhebe, meşrebe, ırka ve lidere davet etmekteler. Bizler ayrılığa üzülmek yerine onun rahmet olduğunu savunup duruyoruz. (İnsanları Tefrikaya Düşüren Faktörler-Mahmut Balcı)
Bir zaman öyle kimseler gelecektir ki, ilim boğazlarından inmez, içleri başka dışları başkadır, bildikleri ile yaptıkları birbirine uymaz. Cemaat kurup otururlar ve birbirleriyle iftihar ederler. Eğer onlardan biri, bir başkasının yanına oturursa ona kızar ve onu arkadaşlıklarından atarlar. İşte bunlardır ki, amelleri oturdukları yerde kalıp Allah’a yükselmez. (Hz. Ali) (Murabıta Notlar-1 Abdullah Büyük)
Cenabet olanın zikir yapması: Abdestli olmayanların, cünübün, hayızlı ve nifaslıların, kalp veya dil ile, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir ve salavat okumak suretiyle zikir ve dua etmeleri caizdir. (Asım Köksal-İslam Tarihi 18.cilt)
Cenaze namazı ve ayakkabı: Eğer ayakkabı temiz ise, çıkarmaya gerek yoktur. Şayet ayakkabıların altında veya başka bir yerinde necis var ise, ayakkabıyı çıkarmak gerekir. Çıkarılan ayakkabının üstüne basmakta hiçbir mahzur yoktur. Hatta yerlerde çamur ve emsali gibi ıslaklıkların olması halinde, ayakkabıların üstüne basıp kılmak zarureti vardır. Binaanaleyh ayaklardan ayakkabıyı çıkardıktan sonra altındaki necis zarar vermez. (Halebi Sağir, Fetavayı Abdurrahim, Mülteka) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Cenaze namazında kadın: Bahır’da: “Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar. Yalnız kadınla bir hizaya durmak müstesnadır. O bozmaz. Nasıl ki Bedayi’de beyan olunmuştur. (İbni Abidin-3)
Cenaze namazı ve sünnet namazlarının terki: Cenaze namazı, bayram hutbesinden, akşam namazının sünneti ile öğle, Cuma ve yatsının sünnetleri gibi sünnetlerden önce kılınır. Çünkü cenaze namazı farz, bayram hutbesi sünnettir. Akşam namazının sünneti hakkında da aynı şey söylenebilir. (Tatarhaniye) Fetva cenazenin, Cuma ve akşam namazlarının sünnetinden sonra kılınacağına göredir. Çünkü bunlar daha kuvvetlidir” denilmiştir. (İbni Abidin-3)
Haccda, farz namazı kılınır kılınmaz, hemen cenaze namazını kıldırıyorlar. Haremi şerifte ve Ravzayı Mutahhara’da da aynı hâl ve amel işlenmektedir. Hatta 1982 yılında Medine-i Münevvere’de Teravih namazını kılıyorken, 8 veya 10 rekat teravih namazı kılındığı an, bir cenaze geldi ve hemen teravih namazının selamını verince, arada cenaze namazı kılınıp tekrar teravih namazı kılınmaya devam edilmiştir. (İslama Sokulan bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Cenaze ve tesbihin terki: Namazın tesbih ve sünnet olan zikrini terketmek sünnet olamaz. Peygamber sav cenaze olduğu zaman bunları terkediniz dememiştir. Ancak farz ve vacip olmadığı için terkinden dolayı günaha girilmiş olmaz.(Fetvalar-Halil Gönenç)
Cenazenin ardından tezkiye etmek: Cemaatin tanımadığı veya kötü olarak bildiği bir kimse için “Bu adamı nasıl bilirsiniz*” sorusuna, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin demek yalandır. Bu tezkiye ölüye fayda vermediği gibi cemaati de günaha sokar. (Halil Gönenç)
Müslüman olmayanın cenaze namazı: Müslüman bir kimsenin müslüman olmayan bir kimsenin cenaze namazına katılması caizdir. Ebu talip öldüğünde Peygamber sav Hz. Ali’ye defn ve tedvin işleri için emir buyurdu. Aynı şekilde müslüman olmaya annesinin cenaze merasimine katılmasını da emir buyurdu. (Yes elüneke Anil Din vel Hayat) (Halil gönenç)
Cenaze için kalkmak: Fukaha ve Cumhuru ulema, cenaze geçerken görüldüğünde, görenler oturuyorsa cenazeye kalkmanın mekruh olduğunu beyan etmişlerdir. (Halebi Kebir ve Dürretül Fahireden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)
Peygamberimizin ayağa kalktığını bildiren hadis Hz. Ali’den rivayet edilen Resulullah sav ayağa kalktı. Sonra oturdu.” (Ebu Davud, İbni Mace, İmam Ahmed) hadisi ile neshedilmiştir. Müslim de bu manada bir hadis rivayet etmiş, vaktiyle vardı fakat sonradan nesh edilmiştir, demiştir. (Münye Şerhinden) (İbni Abidin-3)
Cenazenin geceleyin defni: Cenazeyi gece defnetmek caizdir. (Fetvalar-Nevzat Akaltun)
Cenaze giderken yürümek: Cenaze içinde yürüyenler arasında en efdal olanlar, cenazenin arkasında yürüyenlerdir. Cenazenin önünde de yürümek caizdir. Ancak herkesten ileri gitmek ve cenazeden uzak kalmak mekruhtur. Cenazenin sağından ve solundan yürümekte iyi değildir. Fethul Kadir’de de böyledir. Cenazenin arkasından gidenlerin üstüne düşen vazife susmaktır. Bunların yüksek sesle Kuran okumaları ve zikretmeleri mekruhtur. Tahavi şerhinde de böyledir. Cenazede en efdal olan mezar toprak dolana kadar oturmamaktır. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)
Cenaze namazında ellerin salınması: Cenaze namazında, dördüncü tekbirden sonra eller önce salınır, sonra sağa ve sola selam verilir. (İslam İlmihali-Enisül Abidin-Cep İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)
Cenaze namazının yeniden kılınması: Cenaze namazı her nerede olursa olsun bir defa kılındı mı aynı imam ve cemaat tarafından ikinci defa kılınmaz. Öncelik hakkı olan velisinin namazını kıldırmasıdır. Velisinin izni olmaksızın kendisi de iktida etmemiş olmak takdirinde, isterse kendi kendine veya başka cemaat ile bir namaz kılabilir. (Hindiyye-Nimeti İslam) (İkaz-Mehmet Güleç)
Cenaze yıkanmadan Kuran okumak: Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında bir mahzur yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)
Cenaze yıkayana ücret vermek: Yıkayan kimse ücret isterse orada başka yıkayacak bulunduğu takdirde ücret vermek caizdir. Başkası yoksa caiz değildir. Çünkü yıkamak ona taayyün etmiştir. Taşıyanın ve mezar kazanın hükmü de böyle olmak gerekir. (Sirac, Metin kısmı İbni Abidin-3)
Cennette evlilik: Cennette kişi ve onun evliliği dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki eşler birbirini isterse beraber olurlar, bunda bir problem yoktur. Biri ister diğeri istemezse, Allah Teala her birine istediğini yeniden yaratarak verebilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)
Cihadın şartları: Cihadın mubah olmasının iki şartından biri de şudur: Müslümanların, bu savaşın sonunda, kuvvet ve kudret sahibi olacaklarını ümid etmeleri... (Savaşa hazır olup, zafer kazanacak güçte olmalarını ümit etmeleri) bu durumda olmayan müslümanların savaşması, nefsi tehlikeye atma durumundan dolayı helal olmaz. (Fetevayi Hindiyye)
Cihadda anne ve babanın izni: Cihada çıkmak isteyen bir kimsenin anne ve babası varsa, bunların iznini almadan cihada çıkması uygun olmaz. Ancak, cihad umûmi olursa, onlardan izin almadan çıkabilir. (Fetevayi Hindiyye)
Cihadda karısının izni: Bir kimsenin karısı bulunur ve cihada gitmesi halinde onun helâk olacağından korkarsa, bu şahıs karısının izni olmadan cihada çıkamaz. (Fetevayi Hindiyye)
Cihadda düşmandan kaçmak: Silahı olmayan bir kimsenin, silahı olan bir şahıstan kaçmasında bir beis yoktur. Bir kişinin, üç kişiden kaçmasında da bir beis yoktur. Serahsi’nin Muhitçinde de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)
Cinden korunma: Übey b. Kâb’dan: “Karşılaştığı bir cinden, korunmak için ne yapması lazım geldiğini sorunca Cin: Bakara suresinden Ayetül Kürsi sizi bizden korur, kim onu akşamleyin okursa, o gece sabaha kadar ve kim sabahleyin okursa o gün akşama kadar bizden korunmuş olur, dedi. Oalyı Peygamberimize anlatınca Kâb doğru söylemiş, buyurdu.” (Kenz, Nesai, Hakim, Beyhaki) (Hayatüs Sahabe-4)
Cuma ezanı nerede okunmalı: İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında durup tekrar ezan okur. (Hidaye Tercümesi)
İmam minbere çıkınca ve müezzin imamın önünde ezan okumaya başlayınca alış veriş yapmak tahrimen mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Camilerde işlenen bidatlardan birisi de, Cuma günü hatip efendi hutbeye çıkıp oturduktan sonra ikinci ezanın minberin önünde okunmayıp rasgele yerde veya minberin karşısında olmadığı halde uzak yerlerde okunmasıdır. Ecdadımız bu sünnet yerini bulsun diye, camileri yaptırırken, Cuma günü minberin önünde ikinci ezanı Muhammedi ifa edilsin diye, müezzin mahfelileri yaptırmışlardır. Konya’da Sultan Selim, İstanbul’da Fatih, Bursa’da Ulu cami, Edirne’de Selimiye camilerinde minberin önünde yapılan camiler bu sünneti ifa içindir. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Cuma günü yolculuk: Sabah vakti girince Hanefi ve Malikilere göre yolculuğa çıkılabilir. Hanefilere göre Cuma günü öğle vakti girmeden önce, şehrin mamur, oturulan yerlerinden ayrılınırsa, sefere çıkmakta bir beis yoktur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Cuma namazıyla ilgili hükümler: Cumhur, Cuma namazının sahih olabilmesi için yerleşim biriminin şehir veya köy olmasına itibar etmeyip sadece sayı ve ikameti esas almışlardır. Toplayıcı şehirden başkasında Cuma namazı ve teşrik tekbiri yoktur. Şeklindeki söz Hanefilerin iddia ettikleri gibi Peygamberimiz sav’in sözü olmayıp Hz. Ali’ye nispet edilen sahih mi, zayıf mı olduğu muhaddisler arasında tartışmalı olan mevkuf bir haberdir. Nitekim İmam Tirmizi “Köylerde Cuma kılınmaması hususunda Peygamberden rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir” der (Beyhaki, Dârekutni, Nevevi, Darulfikr, Azımabadi) İmam Ahmed b. Hanbel “Bu söz hadis değildir. Sadece Hz. Ali’nin kendi sözüdür. Ancak Hz. Ömer ona muhalefet etmiştir” demektedir. Aynı görüşler Beyhaki ve Hafız İbni Hacer’den de nakledilir. Buhari ve Ebu Davud’un İbni Abbas ra’den rivayetlerine göre, O şöyle demiştir: “Resulullah sav’in Medine’de kılınan cumadan sonra (Medine haricinde) kılınan ilk Cuma namazı, Bahreyn köylerinden bir köy olan Cuvasa’da kılınan Cuma namazıdır.” Ebu Hureyre’den rivayete göre: “Biz Bahreyn’de iken kendisine burada Cuma kılıp kılamayacağımızı sormak üzere hz. Ömer ra’e mektup yazmıştık. Bunun üzerine Ömer bize cevaben “Nerede olursanız olun, Cuma namazını kılın” diye yazdı.” (İbnu Ebi Şeybe, Darekutni, İbnu Hacer) Buhari’nin katibi Leys b. Sa’d den rivayete göre şöyle demiştir: “İçerisinde cemaat bulunan her şehir ve köy Cuma ile me’mur olurlar. Zira Mısır ve sahillerinde oturan ahali Ömer ve Osman ra zamanlarında, aralarında sahabeden bir gurupta olduğu halde Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın emriyle buralarda Cuma namazı kılıyorlardı. (İbnu Hacer, Ali Nasıf) Ka’b b. Malik’ten rivayete göre Esad b. Zürare Medine’ye iki mil mesafede bulunan Beni Beyada köyünde Hezmün Nebit denilen semtte Cuma namazı kıldırmış ve buna devam etmiştir. Ne Peygamber sav ne de sahabeden buna karşı çıkan kimse olmamıştır. Beyhaki, Vâhidi, İbnu Sâ’d ve daha pek çok kimselerin rivayet ettikleri gibi, Peygamber sav Mekke’den Medine’ye hicret ettiği esnada Kuba ile Medine arasında bir köy olan Salim oğulları yurdunda Cuma namazı kıldırmıştır. Burası şehir merkezi olmayıp küçük bir köydür... Câbir hadisinin (cumanın devlet başkanınca kıldırılması hadisi) olan Ali b. Zeyd b. Cü’dan hakkında hadis otoritelerinin görüşleri şöyledir: İmam Buhari “Ahmak ve aklı kıt bir kimse idi. Hadisiyle ihticac olunmaz.” Hafız İbnü Hacer “Zayıf bir ravidir” Ahmed b. Hanbel bir defasında “Ali b. Zeyd bir şey etmez” derken bir defasında da “O zayıfül hadistir” demiştir. Tirmizi “Ali b. Zeyd saduktur” saduk; hakkında bu tabir kullanılan bir kimsenin hadisleri ancak denemek ve araştırılmak maksadıyla yazılır. Darekutni de onu zayıf saymıştır. Aynı hadisin diğer ravisi olan Abdullah b. Muhammed el-Adevi hakkında ise Buhari “Abdullah b. Muhammed, Ali b. Zeyd b. Cüdan’dan, Velid b. Bükeyr’de kendisinden hadis rivayet etmiş olup, münkerül hadistir. Hadisinin mütabii yoktur” (Hadisi kabul edilmeyen, rıza gösterilmeyen kimse) İmam Nesei “Adevi hadis uydururdu” derken, İbnü Hibban “Adevi’nin rivayet ettiği hadislerin delil gösterilmesi helal değildir” der. Hanefi ulemasından Mevsili ise uydurma hadisleri bir araya topladığı kitabında Cabir hadisini de zikrederek "Bu konuda Resulullah sav’den rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir” açıklamasını yapmıştır. Hadisin ravileri sebebiyle asılsız olması bir yana, metnin muhtevasının da asılsız olduğuna bir delil vardır. Çünkü hadisin sonunda hac, zekat ve oruç ibadetlerinden bahsedilmektedir. Her ne kadar bu ibadetler biliniyorsa da farz kılınmamıştır. Bir kavle göre hac, hicretin altıncı senesinde, meşhur olan diğer bir kavle göre ise hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Cuma namazının farz olduğunu beyan eden ayetler ise, hicretin hemen ilk günlerinde nazil olmuştur. Keza oruç hicretin ikinci yılında, zekatta yine aynı yılda oruçtan önce farz kılınmıştır. Şu halde henüz ortada ne oruç ne zekat ve ne de hacc ibadeti yokken iki ila dokuz yıl aradan sonra meşru kılınacak olan ibadetlerden bahisle Resulullah sav’in “Bilmiş olun ki böylesinin ne haccı ne zekatı ne de orucu kabul edilir...” buyurmuş olması garip değil midir? Diğer bir hususta hadisin değişik yollarla gelen metinleri karşılaştırıldığı zaman, birbirinden farklı lafızlar ihtiva ediyor olmasıdır. Mesela, aynı hadisin, Ebu Yâ’lanin Müsned’inde geçen metninde “âdil ve zalim bir imamı varken” ifadesi mevcut değildir. Sonra haberdeki imam lafzıyla mutlak devlet başkanı kastedildiği de tartışma götürür bir şeydir. Cabir hadisi mevzu olmayıp sahih bile olsa haberi ahad tarikiyle gelmiştir. Dolayısıyla böyle bir hadisle gelen hüküm Hanefi imamlarına göre şart sayılmaz, onunla Kuran’ın hükmü tahsis edilemez ve üzerine ziyade yapılamaz. Hanefi fukahasından İbnü Hümam söz konusu “Hidaye” üzerine yazdığı “Fethül Kadir” isimli şerhinde bu ifadenin hadis olmayıp Hasanı Basri’ye ait bir söz olduğunu belirterek: “Hasan dört şey sultana aittir dedi ve bunlar arasında Cuma ve bayram namazlarını da zikretti” kaydını koymuştur. Yine İmam Serahsi el-Mebsut’ta bu ifadeden bahisle “Eserde dört şey sultana aittir. Cuma da bunlardandır denilmiştir” demek suretiyle bu sözün hadis olmayıp, peygamberden başkasına ait olduğuna dikkat çekmiştir. Bilindiği gibi eser tabiri özellikle peygamberden başkalarına ait sözler için kullanılır. Cuma namazını sultana izafe eden haberler, Tabiundan İbnu Muhayriz ile Atâ el-Horasani’ye ve İbnu Hazm’ın Muhallasındaki şekliyle Ebu Abdullah’a aittir. Hafız İbnü Hacer’de Keşşaf’ta geçen hadislerin aslını araştırmak üzere kaleme aldığı kitabında “Ben bu haberi merfu olarak görmedim” demiştir. Başta İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel olmak üzere cumhuru fukahaya göre namazla doğrudan bir alakası bulunmadığı ve namazın maslahatından olmadığı için Cuma namazını devlet başkanı ve onun izin verdiği kimsenin kıldırması ve onun izin vermesi şart değildir. Hanefi fukahasından İmam Muhammed’de bu görüştedir. Medine’de Hz. Osman muhasara altına alındığı zaman, sahabeye Hz. Ali Cuma namazı kıldırıyordu. Onun bu namazı Hz. Osman’ın emriyle kıldırdığına dair herhangi bir rivayet sabit değildir. Halbuki o sırada devlet idaresi Hz. Osman’ın elindeydi. Allahu Teala Cuma namazını herhangi bir şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir. Dolayısıyla kayıtsız ve şartsız mutlak olarak eda edilmelidir. İmam Muhammed Cuma namazının şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir “Cuma namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise vali ve şehir olup bunlar ihtilaflıdır” (Camiüs Sağirden) ibni Abidin, Reddül Muhtar adlı eserinde “Cuma namazı insanların en zalimi olan Haccac zamanında bile kılınmaya devam etmiştir. Halbuki o, islami hükümlerin tamamını tatbik etmiyordu. Bu sebeple bir memlekette bir vali vefat etse yahut herhangi bir fitne sebebiyle Cuma namazına gelemese ve Cuma namazını kıldırma yetkisine sahip olanlardan hiç birisi de bulunmasa, cemaat zaruri olarak aralarından kendilerine bir hatip seçerler ve Cuma namazını kılarla. Bu surette kafirlerin istila ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cuma namazı geçerli değildir, diyenlerin cahilli ortaya çıkmıştır. Vehbe zuhayli’de şunları kaydeder: “İmamın izni ve kendisi olmadan Cuma kılmak sahih ve muteberdir. Zira Hz. Osman Kufe valisi Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt bir gün Cuma namazını kıldırmaya gelmemişti. Bunun üzerine İbnü Mesud onun izni olmadan sahabelerin de hazır bulunduğu cemaate Cuma namazını kıldırmıştır.. islam devletinin dışında ve darul harbde Cuma namazı kılınmaz diyen tek bir Hanefi alimine rastlamak mümkün değildir... Netice olarak biz diyoruz ki, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imametinin meşruluğunun sebeplerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşruluğunun bir sebebi değildir. Keza hicretten önce henüz bir darul harb olan Medine’de müslümanlar Resulullah sav’in müsadeleriyle Cuma namazını kılıyorlardı. Hiçbir kimse Medine’de o dönemde islami bir otoriteden, hatta ıstılahi manada bir cemaatin varlığından bile söz edemez. (Devlet, Siyaset ve İbadet Üçgeninde Cuma Namazı-Recep Çetintaş)
Cuma namazına sonradan yetişmek: İmam Muhammed “Şayet imamla birlikte ikinci rekatın rukuuna yetişirse cumayı onun üzerine bina eder. Daha sonra yetişirse o namazın üzerine öğlen namazını bina eder. Çünkü bu namaz bir cihetten Cuma bir cihetten öğledir. Zira bazı şartları kaçırmıştır. Binaanaleyh öğleye itibar ederek dört rekat üzerinden kılar, fakat cumaya itibar ederek iki rekatta behemehal oturur. Nafile olmak ihtimalinden dolayı son iki rekatta kıraat okur.” Şeyhayna göre, o kimse bu halde cumaya yetişmiştir. Hatta kendisine cumaya niyet etmek şarttır ki, o da iki rekattır. İmam Muhammed’in söylediklerinin vechi yoktur. Zira bunlar muhtelif iki namazdır. Biri diğerinin tahrimesi üzerine bina edilmez. Hidaye’de de böyle denmiştir. (İbni Abidin-3)
Cuma namazı ve köy: Zahirilere ve kaybolmuş mezhep sahiplerinden biri olan Ebu Sevr’in görüşüne göre, Cuma namazı aşiret mescitlerinde de kılınabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimse ve Cuma Namazı: Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimsenin Cuma ve bayram namazı gibi namazlara gitmesi caiz değildir. Hatta başkasına zarar verecek fıtri veya sarmısak ve soğan gibi şeyleri yemekten dolayı arızı bir kokusu olan kimsenin Cuma namazına ve cemaate gitmesi doğru değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)
Cuma Hutbesi ve minberin basamaklarında dua: Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmeleri bidattır. Kadı Beydavi’nin vermiş olduğu caizdir fetvası tuhaftır.(Mugnil Muhtaçtan) (Fetvalar-Halil Gönenç)
Cünübün Kuran okuması: Ebu Hanife’nin “Cünüp olan bir kimsenin ellerini ve ağzını yıkadıktan sonra Kuran’a dokunmasında ve okumasında bir sakınca yoktur” şeklinde ikinci bir kavli de vardır. (Halebi Sağir-Halebi Kebirden) Malikilerden hayızlı olduğu halde kadının Kurana dokunabileceği ve okuyabileceğine dair fetvalar vardır. Buhari Kitabul Hayız bab 7’de “Haiz (hayızlı kadın), beyti tavaf etmenin dışında tüm menasikleri yerine getirir” başlığında şu rivayetleri nakletmektedir: İbrahim dedi ki: (Hayızlının) ayet okumasında herhangi bir sakınca yoktur” İbni Abbas Cünüp için kıraatte (Kuran okumakda) bir sakınca görmedi. (İslamda Meseleler ve Çözümler-Ziya Eryılmaz) (Şunu hatırlatmakta fayda var ki, önemli olan görüşler değil fetvaya esas olarak kabul edilenlerdir. Bu tür rivayetleri ehli sünnnetin genel anlayışı ile değerlendirmek ve ona tabi olmak gerekir.)
Cünübün tırnak kesmesi ve traş olması: Cünüp olan kimsenin yıkanmadan traş olması ve tırnak kesmesi haram olmazsa da iyi değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)
Cünübün yemek yemesi: Erkek olsun, kadın olsun Cünüp olan bir kimsenin, ellerini ve ağzını yıkamadan yemek yemesi ve su içmesi mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)
Ç
Çalgı aletleri: İslama uygun olmak kaydıyla oynamak, kaval ve kudum gibi aletler kullanarak sevinç izhar etmekte bir mahzur yoktur.. İbni Hacer ve Kurtubi gibi alimler ise, tambur ve kemençe gibi fasık ayyaş ve sefihlerin kullandığı çalgı aletlerini kullanmanın ve dinlemenin icma ile haram olduğu görüşünü ileri sürüyorlar. (Kef el-Ruâ) Ebu İshak el_Şirazi’de bu hususta şunları söylüyor. “Ud ve tambur gibi çalgıları çalmak haramdır” Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor: “Allah Teala ümmetime içkiyi, kumarı ve darında yapılan içki ile davul ve tamburu yasaklamıştır.” Bir başka hadiste “İçki içip, davul ve çalgı aletlerini kullanmak yüzünden ümmetimin bir kısmı mesh olunacaktır” Demek oluyor ki, insanın şehvet ve arzularını tahrik etmeyen aksine hüzün ve benzeri duygulara yol açan aletleri çalması ve dinlemesi caizdir. (Halil Gönenç-Fetvalar)
Çalışan Fakirlere Zekat: Fakir birisi, kendisine uygun bir iş sahası olur, bununla da kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarına yetecek bir kazanma gücüne sahip olursa, böyle bir kimseye zekat vermek caiz olmaz. Nitekim peygamberimiz sav: “Sadaka (zekat) zengine ve iş sahası olup da çalışabilecek güçte olana helal değildir.” (Tirmizi) (Büyük Şafi İlmihali)
Çamur: İnsan yürürken, ayaklarından kendine sıçrayan yolun çamuru affedilmiştir. (Büyük Şafi İlmihali)
Çocuğun camiye götürülmesi: İçerde oyun oynamayacak çağda olan, yahut oynaması yasaklanınca oynamaktan kaçınan küçük çocukların mescide götürülmeleri caizdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Çocuğun ezanı: Mekruh olmakla beraber caizdir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)
Çocuk düşürmek: Ulema “Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan, çocuğu düşürmek mübahtır.” Demiştir. (Metin kısmı) Nehir sahibi diyor ki: Şimdi şu kalır; acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mübah mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak 120 gün sonra olur. Haniye’nin kerahet bahsinde şöyle denilmektedir. “Ben helaldir, diyemem. Çünkü ihramlı bir kimse bir avın yumurtalarını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu, ceza ile karşılaştığına göre, burada en azından özürsüz düşürse, günah yazılır.” İbni Vehban “Şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın öldürmüş kadar günah işlemiş sayılmaz, manasına alınır. (İbni Abidin-6)
Çocuk ve namaz: Çocuk yedi yaşından sonra dövülür. Çocuk el ile dövülecek ve üç tokattan fazla vurulmayacaktır. Hocanın da talebesine üç tokattan fazla vurmaya hakkı yoktur. (İbni Abidin-2)
|